Bu Blogda Ara

26 Ocak 2014 Pazar

Persona


                                                  
 Bilinçakışımı durdurmasın diye karalama mahiyetinde yazdığım şekli daha samimi geldiği için değiştirmedim her ne kadar imla kısmı beni rahatsız etse de,affola...

   Yıl 2008 olmalı adını ilk duyduğumda.benim için çok da umut vaad etmeyen sıkıcı filmler kategorisinde anlatıldığında fazla ilgimi çekmemişti açıkçası.sonradan geliştirmek istediğim sinema izleme/anlama potansiyelime faydası olsun diye ve izlemeden ölmemem gerektiği kafama yıllar içinde kazındıkça bugünkü cesareti bekledim hep.meğer anlatıldığı kadar sıkıcı,donuk,anlaşılmaz değilmiş. ya da hep savunduğum tam zamanıymış.hem bilgisel hem de duygusal altyapımın tamamlanması gerekiyormuş.
   
  bugünlerde psikiyatri stajını alan ev arkadaşımla, bir sınavı daha atlatmış olmamın verdiği yorgunluğa ödül olarak izlemeyi teklif ettim ki kendisinin sinema bilgisi üst düzeydedir. kanayan yaram psikiyatriye tuz basmamasını umarak izlemeye koyulduk.
   
   o nasıl bir filmdi öyle.bir kere bana anlatılandan çok farklıydı.ilk dakikadan itibaren konusuyla, beni içine aldı.gitgide, filmin içine girdiğimi hissettikçe de neler olacağını merak edip durdum. 1966da tabii siyah beyaz çekilen filmde, topu topu 4 oyuncu var, belki bu da dikkatimizin dağılmamasında etkendir diye düşünüyorum.
   
  başlarken,biterken ve aralarda yönetmenin koyduğu birtakım imgeler var bunların da bazılarına anlam veremedik, en son cevaplandıramadığımız için içimizin içimizi yediği şey de budur bir an Bergman'a da soramıyoruz ki adam artık yaşamıyor raddesine geldik neredeyse. zaten yönetmen sanki kafamızda sorular dönsün, kesin cevap bulamayalım diye çekmiş bu filmi.belki de güzelliği buradadır diye düşündük hatta bu kült filmin.

   hastaneye genç,güzel bir kadın yatırılıyor-psikiyatri kliniğine. aktris Elizabeth Electrayı oynarken birden susuyor, sonra gülmeye başlıyor fakat o günden sonra da hiç konuşmuyor. kendisiyle ilgilenmek üzere bir hemşire, Alma görevlendiriliyor. A. ilk günlerde ne yaptıysa konuşmayan E. le A.yı doktor yazlık evine gönderiyor. zaman geçtikçe birbirine ısınan iki kadın E. konuşmamasıyla günlerini geçiriyor lakin A. bir akşam içerken E.e içindekileri dökmesiyle farklı bir boyut kazanıyor. A. de anlam veremiyor daha yeni tanıdığı bu kadına güvenip adeta içindekilerin ağzından çıkmasına, onun için ne denli önemli, içini yiyen bir kurt olduğuna. ertesi gün E. dr.a mektup yazıyor bunu da A. dayanamayıp okuduğunda kendisinden bahsettiğini görünce E.e olan güveni sarsılıyor. içinde ona karşı öfke, nefret, hırs birikiyor ve gidip bunun öcünü almak istiyor. E. yine sessizliğini bozmadan A.ysa monologlarına devam ediyor. belki de karşısındakinde tanıyor kendini... yönetmen bu aşamadan sonra kişilik bölünmesini gerek çekimleriyle gerekse oyunculukla öyle güzel veriyor ki bunu yaşayan insan çıldırmaz da ne yapar diye soruyorsunuz kendinize. bu gibi soruları psikiyatri stajını alırken de sorduğum için belki de birçok insanın kastettiği yıkıcı olmaktan çıkıyor film benim için. Filmi izlerken E.in bölündüğü karakter A.oluyor fakat bittiğinde düşünüyorum, Alma'nın içindeki bu güzel, yetenekli kadın olma isteğini E.i görünce bilincine gelip onu adeta parçalamak, yok etmek isteğiyle dolup taştığını gösteriyor da olabilir...Biz de öyle yaptık zaten film bitti, belki bir film süresi daha konuştuk, nette de gezindik, düşündükçe okudukça başka başka yerlere gittik, başka ayrıntıları fark ettik. Katman katman çözüldüğünü hissettikçe daha da büyüdü film gözümüzde, iyi ki izlemişiz dedik. 
   
   Tavsiyemdir, "ne anlatıyor"dan çok "nasıl anlatıyor" u görmek için, söylenmeyenleri hissetmek, belki de kendinizde farkedemediklerinizi görmek için!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder