Bu Blogda Ara

7 Aralık 2012 Cuma

Bir soru

                                  
                                        
                                  

                    Aşkla nefret birbirinin kardeşi diye mi en kızdığım anlarda özlüyorum yani?

29 Kasım 2012 Perşembe

Sadece dinlemek istedim...





Tekrar tekrar usanmadan dinleyebilirim.
Gün boyu bu ritmin kafamın içinde dönmesini de sevdim...

  

18 Kasım 2012 Pazar

Ya sonra

                                         http://fizy.com/#s/3xxed8

   Çok değil, daha düne kadar ne kadar duygusalım, içselleştirmeden yapamıyorum derken, bugün bir bakmışım ki "neyse" diyorum. Bu kelimeyi çoğu zaman farkında olmadan söylesem de bu aralar oldukça bilinçli telaffuz ettiğimin ben de farkındaydım şaşırarak...

   Kendimce kademe atladım diye sevineceğime huzursuz kişiliğimi aldı bir telaş. Aslında evet alışmanın gerekliliğini yapmış ve bunu görmüş olmanın haklı gururunu yaşarken mini mini hazlarla, diğer taraftan "unutma verdiğin sözleri kendine, duygusuz olmaz" demekten de geri durmadım.

   Bakalım günler daha ne getirecek, göreceğiz (yani dengesiz ruhum ve ben)... 

17 Kasım 2012 Cumartesi

Biraz sanat





   Bu kez size ilk duyduğum andan itibaren gitmek istediğim bir sergiden bahsedeceğim.
  
   Ahmet Ertuğ'un "Sessizliğin Yankısı" adını verdiği sergi çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Fransa, İspanya, Prag gibi şehirlerin opera sahnelerini, kütüphanelerini içeren görüntülerden oluşan bu sergi adeta sizi o koridorlarda dolaştırıyor. Sahnenin tozunu, kitapların kokusunu almanız an meselesi oluyor. Benim gibi sanat tarihine çok da yakın değilseniz; karşılaştırmalı bilgilenme fırsatını bile yakalıyorsunuz :) .
  
   31 Aralık'a kadar İzmir Arkas Sanat Merkezinde pazartesi günleri dışında gezebilirsiniz. Şahsen, ne yapıp edip de bu yoğunluğum arasına bu geziyi sıkıştırdığım için çok mutluyum, üzerimden bir "kaçırmamam gereken" yük kalktı, diyebilirim...

14 Kasım 2012 Çarşamba

Bugün ne öğrendim


   David B.Morris demiş ki: "Vücutta kontrol altına alınması zor iki duygu vardır; aşk ve ağrı"

   Son zamanlarımın,hatta tüm hayatımın aklımdan çıkmaması gereken sözü bu olabilir.

   Kontrol saplantılı biri için kendini durdurmayı, neyi nereye kadar kontrolüne alabileceğini, bunun gerekliliğini bilmek ve farkında olabilmek bile çoğu zaman rahatlatır çünkü.

  

İstanbul'u sevmezse gönül...


"İstanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar" diyormuş şarkıda yeni farkettim. Tam da "İstanbul yaşanacak yer değil" lafının üstüne hem de...Her seferinde buna karşı çıkarak, benim gibi
düşünenlerin varlığını bilmek güzel yine...Hayatın her döneminin asıl yaşanacağı yer benim için ve hep öyle kalacak...

30 Haziran 2012 Cumartesi

Bomboş



   Nihayet...
   Öylesine, evde, sokakta, nette, konserde, çarşıda pazarda olabileceğim günler başladı...Umduğum gibi olsun...

13 Haziran 2012 Çarşamba

"Never stop falling in love"



   Hiç bir şey yapmak istemiyorum artık çok sıkıldım -şarkıdaki gibi- dediğim bir günde aslında Pink Martini'ye konser biletim olduğunu öğrenmek çok güzel. :) Sevgiliye bin teşekkür...

10 Haziran 2012 Pazar

Hedefi onikiden vurmuş gibi



   Bir kadının başka bir kadını beğenmesi ve hatta bunu söylemesi kadar onore edici bir şey yok bazen...

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Çok mu zor?


 Çeyrak asırlık yaşam deneyimiyle, üst akademik dereceyle, topluma yön verecek unvanla mezun olurken, nerede ne yapacağını bilmek ve ona göre davranmak, insan içine çıkarken azıcık özen göstermek, biraz olsun aynı yerde dönmeden farklı kelam edip insanların ufkunu açmak...

Kronik yorgunluk sendromu




   Günümüzde pek çoğumuzun dilinde... Ben sürekli sürekli yorulduğumu anlatmakta kullansam da böyle bir sendrom var. Hatta birkaç gündür bakışarak akraba çıkacağımız prepödetik kitabında şöyle açıklama yapılmış:
Bütün gün çalışmak veya fizik aktivite içinde bulunmak sonucu olan halsizlik normaldir. ” Ama gel gör ki modern hayatın dayattığı yaşam biçiminde bütün gün çalışmamak mümkün mü hadi onu geçtim ben bugün bu fakültedeysem açık ve seçikçe "evet " deyip baştan kabul etmişim aslında bu durumu. Hal böyleyken şimdi şaşırmak da neyin nesi!

   O zaman "je suis fatigué" iyi gider ;)



31 Mart 2012 Cumartesi

Bugün mevsim...

   Sepya.
   Yeni öğrendiğimiz kelimeleri cümle içinde kullanır gibi. Daha önce neden duymadığıma hayıflandığım, arşivde saklanan o şarkı.

Kıskanmak

  
   Kıskanmak, herkesin hayatının bir döneminde mevcuttur. Küçükken kardeşe, sonra arkadaşa, bazen de sevgiliye,eşe olur. Hatta kimilerine göre bu sevginin olması gereken bir ifadesidir.
   Farklı farklı birçok davranışta rastlayabiliriz bence buna, kimin zaman satır aralarında.
   Bir eğlencede dans ederken partnerleri değişme konusuna sıcak bakmamak da olabilir mi? Olabilir!
  
  
    

30 Mart 2012 Cuma

El deyince...



   Akla Emel Sayın gelir, çok sevdiğim...Dedikleri kadar güzeldir de o yaşa rağmen.
   Kendimce güzel bulurum ben de ellerimi, fazla kilo dertlerinden teselli bulmak istediğimde bilhassa.
   Ama geçen gün farkettiğim nasıl olur dedirten hoş bir kızda üstelik, sevdirdi yine kendimi durduk yerde...

22 Mart 2012 Perşembe

Hayalet

  
   Fantom (hayalet) ağrısı; bir uzvun kesilmesinden sonra sanki kesilen uzuv yerinde duruy­or ve ağrımaya devam ediyormuş gibi ağrı hissedilmesidir.
   Şu yazı hatırlatan günlerde yaptığım yürüyüşlerde, yüzüme vuran rüzgarın sanki İstanbul'da olduğumu hissettirmesi böyle bir şey olmalı...

19 Mart 2012 Pazartesi

Sözcükler


   "Bir toplumda hüznü, üzüntüyü aslında duyguları anlatan sözcük ne kadar azsa, o toplumda depresyon görülme oranı o kadar yüksek." demişti bu konuda çalışan bir psikiyatr.
   Yaygın bir söylemimiz var bizim. Çok sevindiğimizde/üzüldüğümüzde "anlatacak sözcük bulamıyorum" dememizi bir de bu açıdan değerlendirmek gerek bence! 
  
  

5 Mart 2012 Pazartesi

Eşeğin aklına karpuz kabuğu...

   Bugün madde bağımlılığı dersinden "aman canım zararlı tabii bulaşmamak lazım" demeyi beklerken "hmm...deneniyorsa bi sebebi var demek ki; kullananlar çok da haksız değilmiş" diyerek çıktım. Bir zamanlar liselere verilen "bağımlılık" konferansının işte tam da bu yüzden artık yapılmadığını duymuştum. Sonuna kadar hak verdim! Organize işler filmiydi sanırım hırsızlar kapıyı ne şekillerde açabileceğimizi gösteriyorlardı. Böyle örnek olur gibi...Bilmiyorum belki başka türlü anlatılamazdı o ders de. Kanıksadık ya artık; komayı, ölümü...
  
   "Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak bu" dediğim başka bir an da film festivalinde yaşanmıştı. Yakın dost olan iki çift; hemcinsleriyle dertleşiyorlar. Evliliğin tekdüzeliğinden yakınmalar...Etrafındaki erkekleri de göz ardı etmemesini salık veriyor arkadaşı, eşinin ona göz koyduğunu bilmeden. Normal diyebileceğimiz seyirde giderken ilişkileri bir anda değişiveriyor tabii. Sonrasında aldatmayla alt-üst olan hayatlar...
 

27 Şubat 2012 Pazartesi

Gün bitti dağıldı herkes...


Yalnızız,yalnızız
Söyle İstanbul şimdi mutlu musun?
Yalnızız, yalnızız
Bütün olanlardan sen sorumlusun.

26 Şubat 2012 Pazar

Bir Bu Eksikti...

   Egolarımızı farketmiş, buna alışmaya çalışırken. Bununla beraber yaşayabilme, başa çıkabilme kaygısı, korkusu sardı her yanımı. Az önce, bunu anlatan bir yazıya denk gelmek de cabası... Hekimlik başlı başına zorken. Hayatlarımızı bu yönde, göz göre göre zorlaştırmaya gerek var mı? Aslında birbirimizi en iyi anlayabilecekken, hırslarımıza yenik düşmemiz de neyin nesi?

10 Şubat 2012 Cuma

Clavicula


   Vapurlardaki pazarlamacılar gibi bir giriş olabilir ama; şu gördüğünüz kemikler boyunla omuz arasında yer alır ve böyle gözümüze gözümüze batmaz normalde. Şayet etrafınızdakiler "bir deri bir kemik" kaldığınızdan şikayet ediyorsa bu tabirdeki suçlu işte bunlar olabilir. 
   Benim tanıdığım eskiler kadını zayıf sevmez. Anneannem olsun, babaannem olsun, konu komşu olsun "bir dirhem et bin ayıp örter" felsefesiyle hareket ettiklerinden olsa gerek bunu da hep dillendirirler. İşte o gerdanda bir clavicula belirtisi görülürse yandınız demektir: Nasıl ki ateşin çıkmasının belirtisi alna öpücük kondurmak gibiyse zayıflık belirtisi de budur! Bununla bitmez tabi en tehlikelisi "çok çirkin olmuş böyle, ye azıcık" laflarının sıralanması. 
   Aslında bana göre bir zarafet timsalidir claviculaların hafif belirginliği. Hani Afrikalı kadınların uzun boynu güzel saymaları gibi.  
    

Risk

 
   "Risk nedir?" yazan sınav kağıdına hiçbir şey yazmayıp boş kağıt vererek "risk budur" demek gelir böyle durumlarda aklıma.
   Herkese göre farklıdır risk ve aldıkları da...Benim için kurulu düzenini, üstelik iki yıllık güzel bir yükseköğrenimini hiçe sayıp upuzun ve bilmediğim dolambaçlı yollara girmektir.
  
   Ata Demirer de son filmi Berlin Kaplanı'nı anlatmak için kanal kanal gezmekte bir süredir.Onun için risk; farklı tarzda olan bu filmini çekmekmiş...

7 Şubat 2012 Salı

Olmalı mı olmamalı mı


   İnsan yaşamı son bulana dek, hep umut varmışçasına uğraşması gerekir hekimlerin. Peki, bu çabayı gören hasta yakınlarına fazladan umut doğmaz mı?

6 Şubat 2012 Pazartesi

Yalnızlık zor-muş-

  
   Dün gece annemle yalnızdık evde. İlk değil bu durum ama bir süredir kalabalık yaşadıktan sonra garip geldi, zor geldi. Canım sıkıldı; sanki bir başkası insanın sıkıntısını alırmış gibi sadece yek vücutsa bile. 

   Yıllar sonra ne tuhaf kendi söylediğinin karşısında olmak. İlk ergenlik çağımda severdim yalnızlığı -belki de herkes gibi-. Bunu hiç kabul etmeyen bir arkadaşım vardı. Kendince yazdığı şiirde de bana gönderme yapmıştı. Hatırladığım kadarıyla:
   "Yalnızlığı sevmem. Nasıl yalnız kalırlar sıkılmadan hiç anlamam doğrusu "

4 Şubat 2012 Cumartesi

Unutamadıklarımız


   Bu tarihler aile içinde birçok doğum günlerini barındırır. Coşkulu geçer(di) şubat tatillerimiz. Yıllar geçtikçe, kaybettiklerimiz oldu bu tarihlerde, yıl boyunca unutup, şimdi hatırladığımız... Bu şarkı ne güzelmiş, şimdiye dek bilip de bu denli idrak edememiştim. Nur içinde yat Barış Manço...Kemal Sunal...Defne Joy Foster...

   Unutma sosyal meselesi olup da kanıksadığı bir millet olduk biz; ne zaman?

    

1 Şubat 2012 Çarşamba

Hişt, bak bi!


   Dürtmek deyince artık sosyal medya anlaşılır oldu. Oysa benim ilk ve hep aklıma gelen fotoğraftaki gibi dokunmak. Bir de bunun insanın arkasından ya da yanından yapılanı var ki...En dayanamadığım. Kimbilir belki de hayatımda ilk kez bir kıza gerçekten öyle hissettirdiği için bu davranışından sonra "öküz" dediğimdendir.

   Yalnız özlem var ya ah...O en dayanılmazları da katlanabilir yapabilirmiş şimdi.

28 Ocak 2012 Cumartesi

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kıyafet kavgası

  
   Biz hep ne giyeceğimin kavgasını yaparız... Yok sevgilimle değil, annemle! Ben evde, yani 9 yıldır farklı şehirlerde olmanın getirdiği göçebelikle olsa gerek memleketimde, rahat şeylerle çıkmak isterim, adeta "eve geldim dur bi üstümü değiştireyim" der gibi. Onun için eşofman=ev kıyafeti olunca beraber çıkmaya hazırlanırken kızılca kıyamet kopar. Çıktığımız yerler de sanmayın Nişantaşı, Alsancak...Semt pazarı, kamu daireleri, komşu, kuaför vs.

   Geçen yaz bir gün yine kuaföre gidiyoruz. Kapıdayken baktı üstüme, artık uğraşamayacağım dercesine "ha,onu mu giydin" dedi çıktık; ben t-shirt- capri yle. Kuaför yine tıka basa dolu her zamanki gibi. Oturduk koltuklara bekliyoruz. Aldım elime dergileri, bakıyorum, bir yandan da etrafa. Böylece yaş skalası hayli geniş olan ortamda muhabbete hafif misafir olabiliyorum. Tabi bir de şık şıkırdım oturan orta yaş teyzelerin üstümü başımı süzmelerinden böyle kurtulabiliyorum.

   Kuaför ya orası, sanki dibine kadar muhabbet zorunluymuş gibi ortaya döküyorlar kirlileri. Biz annemle pek sevmediğimizden ortalık yerde dedikoduları onları dinlemekle yetiniyoruz sadece. Yaşadığım yer de pek büyük olmadığından, adı geçenlerin, orada olanların çoğunu tanıyorum aksi gibi. Hatta bir tanesi artık görüş(e)mediğimiz bir arkadaşın annesi. Başlıyorlar çocuklardan konuşmaya...Derken konu kıyafetlere vee süslenmeye geliyor. Bu arkadaşım(M.)ın annesi de kendisi de bir hayli süslüdür. Anlayacağınız, o an içimden bir ses "yandın kızım, şimdi duy da evde seyreyle gümbürtüyü" dedim:

-Ay bizim kız çok süslü valla, terlik bakıyoruz hep boncuklu,simlilere gidiyor (anladığım kadarıyla dört-beş yaşlarında kızı,şimdiden kokoşluğa başlamış).
-X'in kızı da öyle...Ama ben çok severim öyle kızları; giyinsin,süslensin. Bizim M.de öyledir, hep topuklu ayakkabılar alır (bilmem mi okula giderken de anlam veremediğim bir haldi).
-Her şeyi giysin istiyorum ben.Y'ninki ne güzel eşofman giymiş, bizimkine mümkün değil giydiremiyoruz(yandın bence sen).
-M. de hep makyajını yapar, yapmadan çıkmaz sokağa (aferin,ne kazanmış gazete almaya bile çıkarken zaman kaybından başka acaba, sormak isterdim).     
  
   İşte bizim yıllardır süren tartışmanın üzerine bal-kaymak oldu o daraldığım dakikalar, neyse ki evde bahsi bile açılmadı konunun :) . O günden sonra ne değişti peki? Kısa zaman için dışarı çıkarken rahatımdan tabiki vazgeçmedim, vazgeçmem. Anlam veremediğim; güzelleşmeye giderken neden güzel, ya da fazladan bakımlı diyelim, olunması gerektiği. Sadece yine bir gün eşofmanla bizim çarşıda arz-ı endam ederken M.(tabiki enn süslü haliyle) ve annesiyle karşılaşmamla, bu konuyu tekrar gözden geçirmem gerektiğine karar verdim o kadar.

15 Ocak 2012 Pazar

İkili delilik

  
   Bizimki deli işi cidden bak,dedi.

   Asıl delilik; bi de bu işten zevk almak,dedim.


   Narsisizmde buluştuk.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Bugün ne öğrendim

   Bufalo teorisi
   "Bir bufalo sürüsü en yavaş bufalonun hızında hareket eder. sürü saldırıya uğradığında ilk olarak en arkadaki zayıf ve yavaş olanlar öldürülür.Bu doğal seleksiyon sürünün tümü için yararlıdır çünkü sürünün genel hızı ve sağlığı bu zayıf üyelerin ölümü sayesinde korunur.Aynı şekilde insan beyni de en yavaş beyin hücrelerinin hızında çalışır.

   Bugün bildiğimiz gibi alkolün aşırı tüketimi beyin hücrelerini öldürmektedir. ancak doğal olarak alkol en yavaş ve zayıf beyin hücrelerine saldırmaktadır.Bu yolla rakının veya şarabın düzenli tüketimi zayıf beyin hücrelerini öldürerek beynin daha hızlı ve etkili bir makine olmasını sağlamaktadır.İşte bu nedenle bir kaç kadehten sonra her zaman kendinizi daha zeki hissedersiniz."

12 Ocak 2012 Perşembe

Kurtuluş

   Böyle bir film adı duysanız ne anlarsınız? Bizim gibi ilkokulda topluca "Kurtuluş Savaşı" nı anlatan o dönemin sayılı filmlerine götürüldüyseniz aklınıza önce, yine o tarz bir film gelecektir. Ben de öyle sanmıştım ta ki bugün bir arkadaş "Kurtuluş: Son Durak" a gidicez, diyene kadar. Meğer film bir kadın hareketini anlatıyormuş- tam benlik!
   Tek yol devrim: Şiddete hayır.

5 Ocak 2012 Perşembe

Nasıııııl?

      
   "Erkek olsaydın nasıl bir erkek olurdun?" sorusuna cevap arıyordu bir arkadaş. Hemen beni yorumlamasını istedim. İnsanın kendini bildiği yerden değil, başkasının gördüğü aslında o gerçek yüzü anlatmasını... "Kuralları net olan, prensipli ve sevdiğine, sevgisine sahip çıkan" olurmuşum ilk bakışta aklına geldiği şekliyle.

   Peki, bir düşünelim. Kural, prensip tamam hatta sapına kadar var, bu belli. O en son sevdiğine sahip çıkma meselesi de ne? Hakikaten soruyorum ne demek, nereden çıkardı acaba? Enteresan...

   Gelelim kuralcılığıma...Evet biliyorum bununla herkesi bezdirmiş olabilirim ama rahat bir nefes almam için gerekli; hiç olmazsa bir parça :)

   Son olarak diyorum ki iyi ki erkek değilim. Yoksa hiiç mi hiç iyi şeyler olmazdı. :D